|
|
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ'NE GİDERKEN
|
|
|
|
|
Geçtiğimiz günlerde Yıldız Teknik Üniversitesi’nde “Sanatı Yönetmek” konulu uluslararası bir sempozyumda konuşmam vardı. Bir ödüle layık görüldüm ve onu alacaktım. Sabah kalktım hazırlandım. Bu arada; küçük kızımla sabah sabah ilgilenip oyunlar oynarken dalmışım ve zaman daralmış farkında olmadan. Eğer araba ile gitmeye kalsam kesin geç kalacağım. Eyvah nasıl yetişeceğim diye düşünürken baktım hava güzel takım elbise ile de olsa atladım motosikletime vurdum kendimi yola. Başka türlü yetişmem imkansız.
Bilmem size olur mu ama benim stres altında konsantrasyonum ve düşünme hızım artar ve birçok değişik şeyi aynı anda yapar ve düşünmeye başlarım. Düşünceler adeta kafamda uçuşur ancak o sırada çok dikkat gerektiren bir işle de meşgul olurum. Motorun üstünde de öyle bir hale geçtim.
Gideceğim yer Yıldız Teknik Üniversitesi ve Uluslararası Sanat Sempozyumuydu ve konuşayım diye düşünürken aklıma bir konserim geldi.
2000'li yıllardı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu " Hoşgörü İmparatorluğu " gösterisiydi.
Sahnede Mehteran-Senfoni-CRR Korosu-Ermeni Kilisesi Korosu-Saint Esprit Kilisesi Korosu-Rum Korosu-Türk Halk Müziği-Türk Sanat Müziği Koroları-Tasavvuf Korosu-Perküsyon Grubu- Musevi Safarad Grubu Dansçılar ve Semazenler var her disiplin birbirine eşlik ediyor bu da yetmezmiş gibi aralara sırası geldiğinde Solist sanatçılar enstrümancılar giriyor çıkıyordu. Baktığınızda sahneye dağ-taş sanatçı doluydu.
Tabii ki böyle bir sahnenin teknik yani ışık ve ses ve de kulis - sahne giriş çıkışlarının da ne kadar büyük bir sorumluluk gerektirdiğini anlatmama gerek yok. O kadar sanatçı da Açık Hava Tiyatrosu’nda sadece 1 prova için toplanabilmişti.
Teknik ekibin stresi çok ama çok büyüktü. Ellerinde iki adet A4 kağıtta akış yazıyor. Ancak bu boyutta bir iş hayatlarında karşılarına çıkmamış.
Yani Fagot ve Obua ile Kudüm ve Rebap hiç aynı sahnede olmamış. Bazı grupları veya sazları telaffuz dahi edemiyorlar çünkü daha önce hiç karşılarına çıkmamış.
Baktım durum böyle onları rahatlatmak adına bana da bir intercom verin, sizlerle konuşup her türlü direktifi ben veririm size dedim.
Başlamak üzereyiz 5000 kişi izleyici her yer tıklım tıklım. Ben mikrofonla Teknik ve Sahne arkasına bağlı durumdayım. Hepsi benim direktifimi bekliyor. Ona göre de hangi ışığı ne zaman kimlere versinler? Hangi sazların sesini kapasınlar ve açsınlar? Kulaklıklarında benim her nefesimi duyuyorlar.
Aslında stres açısından benim durumum da hiç fena sayılmaz. Hem müziği yönetiyorsunuz sahnedesiniz, hem de arka plandaki tekniği yönetiyorsunuz. Hiç rahat bir konum değil üzerimdeki yük de öyle "şefim" diyen her babayiğidin harcı da değil.
Ben başlama direktifini bekliyorum ve "hazırız Orhan Şallıel sahneye çıkıyor takip ışığı" dendi ve ben adımımı attım.
Alkış-Selam-Tokalaşma derken intercom'u taktım duyuyor musunuz beni? dedim. Herkesten OK! geldi ve "Haydi Bismillah" dedim.
"Koro Bas - Tenor ve Orkestra Baslar-Çellolar-Viyolalar ve Fagotlar açın" dedim. Ve Başladık...
İlk eser-2. eser derken koroları ve orkestraları ve de tekniği yönetirken beynim başladı yine aşırı kapasite ile çalışmaya. Tam o anda her şey geliyor aklınıza Teknik ekibi düşündüm, üzerlerindeki stresi nasıl alırım diye düşündüm. Uygun bir anı bekledim ve son direktifi verdikten sonra, bir dahaki direktif için arada 45 saniye bir boşluk var ben de başladım fıkra anlatmaya ancak o sırada da orkestra ve koroyu yönetiyorum.
Fıkra da gayet komik bitti herkesten kahkahalara boğulmuş tüm ekip yerlere yatar halde. Sonradan hafifçe sakinlediler ve ben "Saydıktan sonra Orkestrayı ve Koroyu kapatacağız ardından şu sazları ve koroları açıyoruz 4-3-2-1 Şimdi! " dedim ve ekipteki herkes sıfır stres ve de sorunla sonuna kadar konser-gösteriyi tamamladılar.
Konser sonunda da herkes daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir işi ilk defa bu coğrafyada hayata geçirmiş olmanın ve alnının akı ile çıkmış olmanın verdiği büyük bir rahatlama-keyif-gururla birbirlerini tebrik etti. Candan sarılıp kucaklaştılar.
Sahnede ne de olsa tüm İstanbul vardı. İstanbul' un neredeyse tüm renkleri ve kültürleri hep birlikte bir nefes olmuş, sanatçılar olarak tüm İstanbul' a, tüm dünyaya 21. Yüzyıla henüz girilmişken haykırıyorlardı.
" Biz buradayız! Biz İstanbul' uz! Biz Körler ülkesinin karşısındaki şehirdik! Bizans' ta, Osmanlı' da çeşit çeşit isimler alsak da şimdi Türkiye' de biz İSTANBUL' uz hala buralıyız ve hep birlikte yaşarız! 21. Yüzyıla Selam olsun! "
Motorun üstünde bir baktım gelmişim Yıldız Teknik Üniversitesi' ne.
Motorumdan indim. Üniversiteye girdim. Konuşmamı yaptım. Ödülümü aldım.
Beni bu ödüle layık gören Yıldız Teknik Üniversitesi’ne çok teşekkür ediyorum. Herkese gönül dolusu sevgilerimi iletiyorum.