KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı,Kıbrıs İlim Üniversitesi Dekanı Prof.Dr. Ata Atunun ilgiyle okunacak gündeme dair özel köşe Yazısı
Türkiye’nin Kıbrıs ve AB Stratejisi
Türkiye Cumhuriyeti, 11 yıl evvel formülünü değiştirip fırına verdiği “Dış
Politikası”sının ve “Sanayi Güçlendirme Strateji”sinin meyvelerini hızlı bir şekilde
almaya başladı. Sanayi ve üretimi güçlendikçe de dış politikasındaki güçlenme aynı
paralelde devam etti.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Vilnius’ta gerçekleştirilen NATO toplantısında
İsveç’in üyeliği ile ilgili açıklaması ve taleplerinin ABD-Türkiye ilişkilerine yeni bir yön
vermesi, AB-Türkiye müzakerelerinin tekrardan başlamasını tetikledi. Buna ilaveten
24 Temmuz tarihinde Kıbrıs müzakerelerinin başlaması ile ilgili yaptığı açıklama,
geçmişe kıyasla Türkiye’nin çok farklı bir dış politika stratejisi uyguladığını ortaya
koydu. Dik, kendine güvenen, gücünden emin, verdiği taviz değerinde, daha fazla
taviz almaya yönelik ve edilgenlikten uzak “baskın” bir strateji uyguluyor artık Türkiye.
Hiç korkmadan ve çekinmeden…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 24 Temmuz tarihinde Kıbrıs müzakerelerinin başlaması
ile ilgili yaptığı açıklamasının özünü teşkil eden "Kıbrıs Adası'nın kalıcı ve adil bir
barışa kavuşması için elimizi taşın altına koymaktan çekinmeyiz. Bu konudaki
samimiyetimizi Annan Planı dahil, şimdiye kadarki tüm süreçlerde gösterdik,
gerekirse yine gösteririz. Ancak, bunun için karşımızdakilerin de dayatmalarda ısrar
etmek yerine sahadaki durumu kabullenmesi gerektiği açıktır.” sözlerini çok iyi
anlamak ve değerlendirmek gerekiyor.
Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bizim şartlarımızı kabul ederseniz, eşit ve egemen,
uluslararası tanınmış iki devletli çözümü kabul ederseniz, Annan Planında
gösterdiğimiz samimiyetin benzerini bu yeni süreçte de gösterir, hakça bir çözüm için
masaya otururuz” diyor aslında. Tabi bunu anlamak için art niyetli olmamak ve Kıbrıs
sorununun çözüm tarihçesini çok iyi bilmek gerek. Aksi olunca, birçok siyasinin
yaptığı gibi akıl yolu yerine duygularına kapılıp farklı bir yola girmeleri ve sonucunda
da “yanlış anlama ve değerlendirme” çukuruna düşmeleri mümkün. Ki bilindiği üzere
dış politika, duyguların değil akılcı yolun kazandığı bir strateji harekatı.
Türkiye’nin, İsveç’in NATO’ya katılımı ile ilgili masaya koyduğu bir dizi koşul
sonrasında ABD’nin baskısı ile Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin AB’ye katılımı ile ilgili
müzakerelerinin tekrardan başlaması ve uyum sürecinin gözden geçirilmesi
konusunda yaptığı açıklamalar, Türkiye’nin yeni dış politikasının ne denli yaptırım
gücü içerdiğinin en güzel örneği. Türkiye, İsveç’in NATO’ya katılımı sürecini, sadece
kendinin tasarladığı anahtarlarla, kilitli iki kapının açılmasına bağladı dahiyane bir
strateji ile. Kilitli olan ikinci kapı TBMM.
Bu kapıyı açmanın koşulları içinde; ABD’nin F-16’ların yeni yazılımlarının Türkiye’ye
verilmesi ve F-35 programından Türkiye’nin çıkarılması kararının gözden geçirilmesi
var, AB’nin, Türkiye-AB Katılım müzakerelerini başlatması ve Gümrük Birliği ile Vize
muafiyetini gözden geçirmesi var, Kıbrıs Müzakerelerinin başlaması için eşit ve
egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm mantığının kabul edilmesi var.
Dolayısıyla top Türkiye’nin elinden çıkmış, ABD, NATO ve AB’nin kucağına düşmüş
durumda.
Son günlerde okuduklarıma göre Batı dünyasındaki genel kanı, Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın, Türkiye-AB Müzakerelerinin başlayabilmesi, Kıbrıs Müzakerelerinin
önünün açılabilmesi ve İsveç'in NATO'ya katılımına Türkiye'nin "ONAY" verebilmesi
için AB'yi ve endirekt olarak ABD'yi fena halde köşeye sıkıştırdığı şeklinde.
Bunları ben söylemiyorum. ABD’nin ve AB’nin önde gelen düşünce kuruluşlarının
siyasi strateji yazarları söylüyor ve yazıyor.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı