Akademisyenler Burak Cop ve Engin Ader, 15 Şubat 2011 tarihinde akşam yemeğinden sonra Asmalımescit’e eğlenmeye gitti. İki arkadaş ‘damsız’ olmaları sebebiyle Otto ve Faces adlı mekanların kapısından geri çevrilerek içeri alınmadı. Olayın ardından iki genç ayrı ayrı söz konusu barlara “onur kırıcı muameleyle karşılaştıkları” gerekçesiyle 4 bin 500 TL’lik manevi tazminat davası açtı.
Avukat Neha Çaylan dava dilekçesinde, cinsiyet ayrımcılığı yapıldığını savunarak, müvekkillerinin “Damsız girilmez” denilerek eğlence mekanına alınmamalarının Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğunu belirtti. Dilekçede, “Eşitlik ilkesine göre cinsiyet ayrımcılığı yasaktır. Müvekkilimin mekana alınmayışının sebebi öncelikle erkek olması ve yanında kadın olmayışıdır. Bu anlayış hem kadın hem de erkek açısından aşağılayıcı bir durum yaratmaktadır. Zira erkek tek başınayken adeta zararlı ve rahatsız edici bir unsur olarak kabul edilmektedir. Kadın ise ‘dam’ olarak sıfatlandırılıp erkeğin eklentisi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca kadın erkekler tarafından korunması gereken bir varlık düzeyine indirgenmektedir. Bu anlayışa göre kadın, yalnız erkeklerin olduğu bir barda eğlenemez” denildi.
Manevi acı ispatı yok
Davalı şirketler, işletme kapasitesinin üzerinde kişinin girmesini engellemek için kapıda müşteri girişinin engellenebildiğini, müşterilerin güvenliği amacıyla seçici davranabildiklerini, kişilerin mekana alınmamasının cinsiyet ayrımcılığı ile alakası olmadığını savunarak davaların reddini talep etti. Yerel mahkemeler, iki davayı da reddetti.
Ader’in dosyasına bakan İstanbul 15. Sulh Hukuk Mahkemesi gerekçeli kararında, “Her ne kadar mekana alınmama nedeni hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunsa da davacının iddiaları çerçevesinde mekana girişin engellenmesinin cinsiyet ayrımcılığı olarak değerlendirilemeyeceği, davalı tarafın savunmasına göre mekan doluluğuna binaen müşteri giriş trafiğinin dengelenmesinin hizmet sunumu açısından haklılık içerdiği” ifadesine yer verildi. Cop’un dosyasına bakan İstanbul 17. Sulh Hukuk Mahkemesi ise, “Davacının iddia ettiği gibi müşterilere kötü davranılması, aşağılanması bu şekilde bir işletme politikasının seçilmiş olması kazanç kaybına neden olacağı için hayatın olağan akışına aykırıdır. Dosyadaki bilgi ve belgeler bir arada değerlendirildiğinde davacının duymuş olduğu manevi acıyı tam olarak ispatlayamamaktadır” görüşüne yer verdi.
‘Karardan umutluyduk’
Avukat Neha Çaylan, iki dosyayı da temyize götürdü. Ancak Yargıtay, yerel mahkemenin red kararlarını onadı. Karara ilişkin değerlendirmede bulunan Çaylan, “Müvekkillerim ve ben olayı kesin olarak kanıtlayamasak bile hakkın teslim edileceğinden, uygulamanın ayrımcılık olarak tanınacağından umutluyduk. Özellikle sosyal medyadan ve bize gelen mesajlardan uygulamayı destekleyen birçok kişi olduğunu gördük. Konunun hem hukuki hem de toplumsal açıdan daha çok tartışılmasını isterdik. Bugün ise çok daha geriye düştüğümüzü görüyoruz. Bırakın damsız girilir mi girilmez mi, kadınların gece dışarı çıkmasının haklı tecavüz veya öldürülme sebebi olarak görüldüğü günlerdeyiz” dedi.
(milliyet)