İKİNCİ BİR ŞANS
Sosyalizmin heyecanlı bir savunucusu olduğu için daha 17 yaşındayken yurt dışında yaşamak zorunda kalan Sara Gül Turan (Özpak) 28.22.1923 yılında Çanakkale Savaşı'nda mayın tarama gemilerinde kaptan iken ağır yaralanarak gazi olan dedesi Asım Bora'nın evinde doğdu. Babası Üzeyir Turan'ın büyük büyük babası Cerrah Emin Ağa Plevne Savaşı'nın kahramanı Gazi Osman Paşa'nın hem en yakın arkadaşı hem de doktoru idi. Baba tarafından Bulgaristan göçmeni olan yazar Orta ve lise öğrenimini İstanbul 'Erenköy Kız Lisesi'nde tamamladıktan sonra 1971 yılında Almanya'ya gitti. Dört lisan bildiği için kısa zamanda Alman Hava Yolları'nda hostes olarak göreve başlayan yazar dünyanın hemen hemen bütün ülkelerini gördü.
Başlarda da belirttiğimiz gibi Yazar Sara Gül Turan gençliğinde o kadar fanatik bir devrimciydi ki, ona bu düşüncelerinden dolayı 'komünist' diyenler bile vardı. Hele Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçildiği gün odasına kapanarak, bir hafta boyunca gece gündüz başını duvarlara vurdu ve 'böyle düşüncede olan bir insan İstanbul'u nasıl idare edebilir' diyerek ağladı. Fakat son yıllarda çok iyi tanıdığı bir Ergenekon sanığı zanlısının bazı yayın organlarında vatansever bir kahraman olarak tanıtılmasını izledikten sonra düşünceleri değişmeye başladı. Çünkü o kişinin para için vatanını bile satacak karakterde bir insan olduğunu çok iyi biliyordu. Son günlerde tarihin çarkının en yüksek vitesle döndüğü bir zamanda ülkenin güven ve istikrarını sarsacaktır. Top yekûn kayıp ve tahribata sebep olacak çok tuhaf gelişmelerin yaşandığı bir zamanda güvendiği ve gerçek Atatürkçü sandığı bu insanların en tehlikeli cemaatleri bile nasıl meşrulaştırmaya çalıştıklarını gördükten sonra Başbakanın ideallerini ve gerçek kişiliğini araştırmaya başladı. Araştırmalar geliştikçe temel genişledi ve düşüncelerine çok inandığı bazı siyasetçi, gazeteci veya akademisyenlerin aslında ‘dış güçlerin temsilcileri ’ olduklarını fark etti. Bu insanların aldıkları talimat doğrultusunda ülkenin geleceğini tartışarak ortalığı birbirine kattıklarını, kimin haklı kimin haksız, neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda kafaları karıştırarak, ‘büyüyen Türkiyeyi ikinci bir kurtuluş ve bağımsızlık savaşına doğru sürüklediklerini gördü.
İşin en ilginç yanı ise yazarın güvendiği Atatürkçülerin zamanlamayı tam seçim öncesine denk getirerek, küçük fotoğraf kareleri üzerinden büyük oyunlar oynayarak, büyük resmin anlamı ve doğuracağı sonuçları gözlerden kaçırmaya çalışmaları oldu. Çünkü yazar seçim üzeri, bir ülkenin ve iktidarın kaderini belirlemek maksadıyla bir kısım yanlış işler yapılıyorsa, bunun görünür gerekçelerinin durumu izah etmeye yetmeyeceğini biliyordu. Bu durumda yazarı teselli eden tek şeyin eğer amaç başkaysa ortadaki iddiaların sadece birer kılıf olacağını bilmesiydi. Çünkü meseleyi ‘siyasi’ ve ‘maksatlı’ hale getiren, işin ruhunu zehirleyen tam da bu amaç ve hedeftir. Bu tiplerin gazeteciden ziyade bir tetikçi gibi şahsiyet cellâtlığına soyunup, ortalıkta ahkâm kestiğini gördükten sonra bugüne kadar gerçek yüzlerini nasıl sakladıklarını anlamaya çalıştı. Terörle mücadelede bile sağlanamayan “Anlık İstihbarat”ların gazeteci ve aydın kisvesi altındaki bu insanlara sağlanması, onların da avını yakalamaya çalışan aç kurtlar gibi saldırması hayra değil şerre, birliğe değil ayrılığa işarettir. Ayrıca yazar kişileri suçlu yahut suçsuz ilan etmenin köşe yazarlarının işi değil mahkemelerin görevi olduğunu biliyordu. 'Bütün bunların kirli senaryolar ve tertiple organize bir şekilde yapılması hastalıklı zihniyetlerin açık bir tezahür' diye düşünen yazar ‘one minute’ diyerek zulme maruz kalmış bir halkın hakkını haykırırken bazı yüzlerin kederlenmediğini gördüğü günden beri zaten kafasını kurcalayan bazı sorulara yanıt arıyordu.
Ayrıca gelişen son olaylarda sahte Atatürkçülerin fikri zafiyetlerini, azimsizliklerini, çaresizliklerini, birbirlerine nasıl düştüklerini ve Erdoğan'ın Türkiye’yi kurtarma çabalarını gördükçe nasıl telaşa düşerek gerçek yüzlerini ortaya sermekten çekinmediklerini gördükten sonra yazar Başbakana teşekkür etmek için bu kitabı yazmaya karar verdi. Bu kitabı yazmasının bir başka nedeni de yapmış olduğu detaylı araştırmalardan sonra gerçeklerin topluma yanlış anlatıldığını fark etmesi oldu. 'Eğer bu olayları yaşamasaydım silkinişim bu kadar kuvvetli olmayacaktı' diyen yazar hele Atatürkçü geçinen ama her türlü sığ düşüncenin içinde gezinen insanların, '1982 Anayasası'na Atatürk milliyetçiliği kavramını koyduklarını gördükten sonra bu silkinişin ne kadar isabetli olduğunu daha iyi anladı. İşte bu kitap, Türk milletinden gizlenmeye çalışılan bazı tarihi gerçekleri meşakkatli bir çalışmadan sonra aydınlığa kavuşturduğu için gerçekleri öğrenmek isteyen herkesin ısrarla okuması gereken ilk ve tek yapıttır.